Gecenin en derinlerinde
sen uykunun demindeyken,
ben
yine o pencerenin önündeyim.
Arsız bir kedi gibi
bakmıyor gözlerim,
içeriyi göremiyorum
ama seni görüyorum.
Her bir zerrem
farkındalığında boğulsa da
sırnaşamıyorum artık
sana;
Tanrı vergisi kalbimi
dokuduğum bedenime sardım
daha dün
ve hayallerimin orta yerine gömdüm
bugün.
Hava puslu,
kurşun ağırlığı hakim şehrimde;
yanık barut bulutlarına
kızılca bir metal kokusu eşlik etmekte.
Susmayacağını sandığım çığlıklar
sarhoşların çılgın naraları
yankı buluyor gri bina duvarlarında.
Ne zaman dinecek bu gönül fırtınaları
bilinmez,
şehrin kılcal damarlarında
her daim bir isyan var
ve her isyan tek bir yola çıkar;
ölüm.
Pencerendeyim
ayakta ve ölü,
yine de;
ölürüm de yıkılmam diyen
mağlup film karakteri gibi
mağrur değil
ancak huzurluyum,
sözel dışavurumlarım yok artık,
çünkü; sadece ölüler,
sessizliği bilirler.