Where is the party?
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Where is the party?

Loneliness
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Bir Taş Masalı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Beren=)
Admin
Beren=)


Mesaj Sayısı : 77
Yaş : 33
Kayıt tarihi : 13/07/07

Bir Taş Masalı Empty
MesajKonu: Bir Taş Masalı   Bir Taş Masalı Icon_minitimePtsi Kas. 22, 2010 4:31 pm

Varlık varlığına doymaya yüz tutmuş, olan olmuş, yok yolmaya yüzü yok var edilmişlerin Mecnun’un adı yok, çöllerin efendisini zaman yutmuş, Leyla’nın elleri kurumuş, mezarından asırlar fırtınalar gibi esip geçmiş. İşte böyle bir günün seherinden beridir çocuk didinir durur son haline ermek için işin. Rüzgârın bulutları güttüğü gibi yelkovan akrebi gütmüş. İlk adımlarını atan bir körpenin heyecanıyla çocuk sokağa ilk adımlarını atmış. Sokaklar dar, zihni şiddetli bir selin yol açtığı bir yarık kadar geniş, nefsi hazzetmiş yaşamaktan. Puslu şehrin öte yanı yemyeşil, güneşli. Elinde oval bir taş, bir eli cebinde, akşama yelteniyor gün, vakit ikindi. Çocuk bu elleri cebinde, günlerdir ehlileştirmeye çalıştığı bir oval taşı taşıyor ki korkuyor kaybetmeye. Düşürürüm diye düşünmüştü yürürken şehrin ötesine . Aylar önce bir gece vakti Rabbin bahşettiği o taşı bulmuştu deniz kenarında. Öyle ender, öyle bakir. Tüm sahili boydan boya turlamıştı, yoktu bir eşi bir benzeri. Dalgalar bozar taşların kalbini, yuvarlarlar onları. Dönerken ovalleşir, kimi ucundan kimi kenarından. Oysa taşlar insan ellerinde ehlileşmeli. Ne yapalım denizin düzeni kuvvetli. Çocuk içinden geçirmişti bu taş ne inatçıymış ki kalmış, sivri, eğri büğrü. Kumsaldaki ufalanmış taşlara da, dalgaların alıp götürdüğü kum tanelerine de hüzünlenmedi o gece. Yakamoza bir de taşa bakmıştı. Karar vermişti. Babasına koştu, anasına koştu, oyun arkadaşlarına koştu, sustu söyleyemedi. Ayıplarlar, gülerler taşımın biçimsizliğine bakıp şimdi. Anlamazlar onlar, gecenin içinden gelip yarıp geçen geceyi. Cevherimi saklarım bende, işlerim ince ince. Evine döndü, geceye baktı, gündüze baktı. İlkbaharda çiçeklere, sonbaharda yapraklara; kışın bitmek nedir bilmez geceye, yazın geçip giden turnalara baktı. Sonra hafifçe taşa dokundu, güldü, hissetmişti. Sinesine koydu yeniden. Bu kez geçen kervanın yolcularına, suskun şaire, yaşlı bilgeye, dul teyzeye sordu. İlkin Kervansarayın kenarında rastladı yolculara. Yolcular merhametle çocuğun başını okşadılar, yolun yorgunluğunun verdiği kısık bir sesle;
- Geçip gider, atarsın ya ileriye ya geriye dediler. Somurttu, yüz çevirdi, cebindeki taşı da şöyle bir kontrol etti, yine de artları sıra bir kova su dökmeyi de ihmal etmedi. Yolcuları uğurladığı günün akşamı rastladı şaire, elinde kitabı, gözünde kalemiyle, göğü seyre dalmıştı. Ancak fark etti çocuğu, soruyu sevmişti;
- Sızıyı gideren su, suyun sızladığını kimseler bilmez diye fısıldadı hüzünle. Önce şaşırdı çocuk, üzüldü şairin haline ama aklına yatmıştı, hakikatin özüne erememişse de. Şairi bıraktı kendi haline, yürüdü gitti gecenin izlerine. Rastladı bir köşe başında yaşlı bilgeye, elinde asası, aksakalıyla, yaşlanmış bir ağacı andırıyordu. Okşadı çocuğun başını, şefkatle, kuvvetli bir şekilde;
- Acıt bakalım, acıtırsa o da ne ala! Keskin olmasın, hafifçe diye haykırdı. Düşündü çocuk, acıtmasa olmaz mıydı? Bir bildiği vardır bey amcanın. Onca seneyi bir gecede ezmemiştir ya. Gece sabaha ermek üzereydi, son adımları da tükenirken, gece akıp gitmişti ayaklarının altından. Seher vakti rastladı mezarlıkta dul teyzeye. Gözyaşları olgun toprağa kavuşuyordu sessizce, Rabbine yakarıyordu. Gurbetteki oğluna benzetmişti herhalde ayrı bir özen gösterdi çocuğun ellerini tutarken, yavaşça aldı kucağına,sarıldı şefkatle yorgun düşmüş çocuğa. Uyuyakaldı körpe öylece. Uyandığında kendisine bakan bir çift gülen göz gördü. Nedense sonra çocuğun gözlerinde ölümü görmüşçesine irkildi kadın ve şöyle konuştu;
- Ölüm yalnız alıp götürür kişinin cismini ama rüzgâr yine fısıldar sana ismini. Taşlar bilir, taşlara sor. Ölümden bahsedilmesinden hoşlanmıyordu, korkmuştu. Evine döndü. Uyudu günlerce. Annesi de babası da kahroldu çocuğun bu halini görünce. Oysa rüyaları dua, uyanışları da sabırdı o günün sabahına. Seher vakti geldi melekler, uykusunda seyrettiler, gözyaşı döktüler haline. Uykuyla geçirdiği onca güne hayıflandılar çocuğun yerine. Meleklerden birisi kanatlarını çırparak çağırdı yavru bir kumruyu dışarıdaki ağacın incecik dallarından. Yükselip gittiler. Şehrin onca gürültüsüne, insanların neşe ve nefretle karışık seslerine uyanmayan çocuk, ufacık kumrunun kanat seslerine uyanıvermişti. Rüyasında gördüklerine göre gün bugündü. Elinde geleceğini biliyordu. İnce ince işledi, sevgi koydu, sabır koydu, ter döktü, acısını üfledi, güzel sözü de sakınmadı. Şöyle bir baktı taşın son haline, ehlileşmişti taş, eline de alışmıştı, tam avucuna oturuyordu. Son bir kez kokladı, aşkla öptü ve cebine koyup, sokağa korkarak ilk adımlarını attı. İşin geçmişinden işte böyle ermişti bugüne. Şehrin öte yanı uzaktı, duyması gerekti, nefesi kokan koca adamları; görmesi gerekti, saçları taşlamış koca kadınları. Küçük bir kız çocuğu demişti, rüyasındaki o güzel yüzlü adam. Şehrin öte yakasında eskimiş bir dam, hiç görmedin oraları, dikkatlice git, kimseye görünmeden. Şehrin ucundaki çeşmenin kenarındaki küçük sarı ev demişti. O uzun yorucu gece ona söylenenleri de çocuğa hatırlatmıştı. Öylesine güven vericiydi ki sözleri, söylediklerinin hepsine iman etti. Bir efendiden bahsetmişti o güzel adam, kendininkinden farklı, dönmem gerekirse ona ihtiyacım olacakmış. Onu çağırman değil ona gitmen gerekmiş. Umarım kendiminkinden çok farklı değildir, belki de aynı efendidir ama ben fark edememişimdir, belki de tanımak bahşedilmemiştir. Ona öyle öğretilmişti, tekti efendi, babası öyle demişti, bu fikir aklına yatmıştı. Rüyasının sonunu hatırlamaya çalıştı, evet adını sormuştu neydi adı? Yusuf’um ben demişti. Yürümeye devam etti, adımlarını hızlıca atmaya başladı. Hava kararmadan varmalıydı öte yakasına şehrin. Köprüler geçti, daracık sokaklar ve caddeler. Şehir yavaş yavaş kirinden arınıyor, hava çehresini değiştiriyordu, yerlerde ufacık kardan taneler. En yeşile gidiyordu, beyazın kalbinin yeşerdiği, mahalleye. Elindeki gerçeği seyretmeye. Yer değişti, gök değişti, kalbindeki düşman hisler sevişti. Çocuk azmetmişti. Yorulmamıştı gündüze, darılmamıştı geceye. Hayret etti ağzından çıkan iki heceye. Çeşme! Umduğundan erken bulmuştu damı eski kendisi sarı evi. Yolcuları andı, şaire inandı, gerçeği yaşlı bilgeden umandı. Taşı eline andı, şöyle bir çevirdi. Kaderim ellerimde işte. Yavaşça çeşmeye uzandı, kana kana içti, şairi hatırlayıp taşını ıslattı. Kafasını kaldırmaya görsün, işte oracıkta, ufak bir kız çocuğu. Öylesine masum, sevimli, uzağa bakan gözleri benden bir hayli edepli. Sinesinin ovalleştirdiği taşın, kızın gözünün üzerindeki kaşın her nefesi bir. Ne de benziyorlar birbirine dedi zihnine yer etmiş kibir. Yolcuları hatırladı, geriye döndü, korkaklığına sövdü, birden ileriye döndü, zarafet ellerinin sicimini çözdü. Kaldırdı taşı ileriye, kıza doğru fırlattı. Kız gözünde küçüldükçe taş yüreğinde büyüdü, korkunun yarattığı pişmanlık yüreğini döğdü. Ehlileşmiş taş, küçük kızın gerdanına hafifçe değdi, kızarttı. Kız çocuğa baktı hüzünlü bir şekilde, önce gülümsedi, yavaşça taşa doğru eğildi. Yaşlı bilgenin sözleri düştü aklına çocuğun. Bekledi. Kız bir çocuğa bir taşa baktı. Çocuktan usandı, taşa baktı, taştan usandı çocuğa baktı. Melekler geçememişti, bir günlüğüne şehrin bu güzel tarafına, Yaradanın emridir. Sonra kız taşa baktı ki bu kendi değildir. Öfkeyle kalktı kız.Döndü yüreğini, evine gitti. Taş bir elden öbürüne geçmedi. Kanayanı gören, fırlatıp kanatmayı bilmedi. Çocuğun haline baktı yıldızlar, birbirini kovaladı aylar, iki parmak arasına sığmadı an taştı. İşte zaman çocuğun içine böylece kaçtı. Dul teyzeye kulak asmayan çocuk işte böyle sınandı. Ölüm geldi çattı şehrin öte yakasına, bir tek melekler fark etti. Rüzgar esti, yel esti, dağlardan sular indi de çeşme yine buz kesti. Bilinç tutkuya boyun eğdi, iman umutsuzluğa batıp, hastalık doldu, Yusuf’un sözleri zihninde bir yeşerdi bir soldu. Çocuk taş oldu. Hikayeler bitmezmiş dermansız, devadır ademe efendinin merhameti. Çocuk taş, taş adam olmuş. Bir ilkbahar gecesi,çeşme akmaya başlamış, yavaş yavaş taştan çocuğa uzanmış merhametin elleri. Seher vakti, zaman kaderi katlamış, taş çatlamış. Yusuf dua etmiş, Rabbi affetmiş. İşte o günden beridir çocuk taşları bırakıp efendisine gitmeye azmetmiş.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://whereistheparty.yetkin-forum.com
 
Bir Taş Masalı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Where is the party? :: İskele-
Buraya geçin: